Kaptan ve Siar, Şeyh'in konağına ulaştıklarında güneş henüz doğmamıştı. Bütün gece at sürmekten yorgun düşmüşlerdi ancak gözlerinde uykudan en ufak bir iz bile yoktu. Şeyh'in konağında yaklaştıklarında önce tüten siyah dumanı daha sonra da konağın etrafında koşuşturup duran adamları gördüler. Bu adamlar fedailer gibi giyinmemişlerdi. Kaptan, Siar'a keskin bir bakış fırlattı. Siar aynı anda kılıcının kabzasını kavradı. Sabah yeli saçlarını okşuyordu. Kaptan önce saklanıp, neler olup bittiğini anlamak istediyse de artık görünür derecede konağa yaklaşmışlardı. Kaptan, seri bir hareketle kılıcını kınından çıkardı. Havada sallayarak bu adam güruhuna karşı hücuma geçti. Siar, Kaptan'ın hemen arkasındaydı. Bunu gören adamlar, oldukları yerde kalarak atlıların geldikleri yöne gözlerini diktiler. İçlerinden iki kişi atlılara doğru yürümeye başladı. Kaptan, tedbirsizce hareket eden bir adam değildi. Adamların konuşmak istediklerini anladı ve sert bir şekilde atının yularından çekerek atını durdurdu. Hayvan o kadar acı duydu ki, şaha kalktı. Kaptan, yüzleri seçebilecek kadar yaklaştığında şaşkınlığını gizleyemedi:
- Kamber, evladım!
Yüzünü örten siyah örtüden kurtulan Kamber:
- Kaptan! Şükürler olsun ki geldin. Sana bu andan daha çok ihtiyacımız olamazdı.
Siar, Kamber ve Kaptan'ın birbirlerini nereden tanıdıklarını anlamaya çalışırken, Kaptan çoktan atından inmiş Kamber'le kucaklaşmıştı bile. Kamber eliyle Siar'a işaret ederek atları seyise götürmesini söyledi. Kaptan'a dönerek:
- Bunca yılı o delikte saklanarak mı geçirdin ha?! Sen kış uykusundayken, diğerleri hiç uyumadı. Sen ortadan kaybolduğundan beri çok şey değişti Kaptan, çok şey!
Kaptan, eski dostunu baştan aşağı süzerek:
- Evet, dedi. Değişen şeyleri görebiliyorum. Eskiden sakalların siyahtı ve dişlerinin sayısı da otuzikiydi.
Güçlü bir kahkaha patlatan Kamber, sakalını sıvazladı:- Sen bir de Şeyh'i görmelisin! dedi. Kaptan, Kamber'e sinsice baktı:
- Bunu Şeyh'e söylersem, bu ağzından çıkan son söz olur. dedi. Sonra bir kahkaha da o patlattı.
Şeyh'in odasına çıktıklarında Şeyh'i masasının başında derin düşüncelere dalmış halde oturur buldular. Kaptan, aldığı mesajdan durumun ciddiyetinin farkındaydı. Ancak Şeyh'in bu halini gördükten sonra kafasında daha çok soru işareti oluşmaya başladı. Şeyh başını kaldırmadan eliyle Kamber'e çıkmasını işaret etti. Kamber, saygıyla eğildikten sonra odayı terketti. Kapının kapandığını duyan Şeyh, yavaşça başını kaldırarak Kaptan'a baktı:
- Gel, eski dostum! Gel Kaptan, gel! Sen gittin gideli ortalık rotasını şaşıranlarla doldu taştı.
Kaptan, yavaş adımlarla Şeyh'in yanına yaklaştı ve elini iki avucuyla kavrayarak öptü ve alnına koydu:
- Geldim Şeyh'im, geldim...
Şeyh, Kaptan'a oturmasını işaret etti. Kaptan sessizce itaat etti ve konuşmaya hazırlanırken Şeyh, elini kaldırarak onu durdurdu:
- Yoruldum Kaptan, dedi. Yoruldum artık. Bunca yıldır bu davayı güdüyoruz. Bunca yıldır çok kan döktük, çok kan akıttık. Çok savaştık Kaptan, çok! Görüyorsun ki sakalımda kara kıl kalmadı. Saçlarım alabildiğince ağardı. Alnımdaki çizgiler derinleşti de derinleşti. Ne gücüm kaldı, ne azmim Kaptan. Dün kırk adamımı kaybettim. Kırk fedai! Her taraftan saldırdılar. Bu yaştan sonra ak sakalıma kan sıçradı, yemin etmişken üstelik Kaptan! Seni buraya bu savaşta yanımda ol diye çağırmadım. Seni buraya bu savaşı devralman için çağırdım. Bunu emanet edebilecek başka kimsem yok Kaptan.
Kaptan, söylenenlerden hiçbir şey anlamamışcasına Şeyh'e bakıyordu. Gözlerini, Şeyh'in gözlerine dikmişti. Şeyh, sözlerine devam etti:
- Söylediklerimin sana yabancı geldiğini biliyorum eski dostum. Bunların hiçbiri benden duymayı beklediğin şeyler değil, farkındayım. Ama olması gereken bu! Bu an, beni son görüşün olacak Kaptan, bunu bilesin. Bundan sonra hep yanında olacağım, ancak beden hapishanesinden kurtulmuş olarak. Bu hapishanenin anahtarı sensin! Nasıl olsa bir gün öldürüleceğim. Bunu bir dostun yapması, sakallarından kan damlayan düşmanın yapmasından daha hayırlıdır. Beni sen öldüreceksin Kaptan! Bunu sen yapacaksın...
Kaptan'ın duydukları karşısında kanı donmuştu. Ne söyleyeceğini bilmiyordu. Ne yapacağını bilmiyordu. Elleri titriyor, sözcükler boğazında düğümleniyordu. Şeyh'i öldürmek aklından geçebilecek en son şeydi. Oysa şimdi Şeyh, ona bunu emrediyordu. İlk defa Şeyh'in emrine karşı gelme cesaretini gösterdi:
- Söylediğiniz şey çok korkunç Şeyh'im. Ne bu emrin sebebini anlamaya aklım, ne de bunu yapmaya gücüm yeter...
Şeyh, şevkatle gülümsedi:
- Sana eline kılıcı alıp da kellemi gövdemden ayır demiyorum ki Kaptan! Sen sadece söylediklerime itaat et. Ve unutma ki ölümüm davamız için bir son değil, ateşleyici bir başlangıç olacak...
Kaptan, kafası daha da karışmış bir halde Şeyh'e sordu:
- Peki seni kim öldürecek?
Şeyh, sinsice gülümsedi:
- Beni öldürecek olan kişi, yakında sana büyük bir haber getirecek, dedi.
Sonra yavşça ayağa kalkarak, Kamber'e seslendi. Kamber, odaya girdikten sonra Kaptan'a odasını göstermesini ve sonra da yanına gelmesini söyledi. Kaptan'a dönerek:
- Uzun ve yorucu bir gece geçirdin, eski dostum. Şimdi biraz dinlenmelisin. Söylediklerim hakkında düşünme. Sen sadece emirlerime itaat et. İleride meyvalarını toplayacaksın... dedi.
Kamber ve Kaptan odadan çıktıktan sonra Şeyh, derin bir nefes aldıktan sonra gözlerinden akan yaşlara hakim olamadı. Kendi kendine:
- Özür dilerim çocuğum, ama böyle olmak zorundaydı. Eğer ben de cennete girecek olursam, sana sebebini orada açıklayacağım... Özür dilerim... Beni bağışla Asaf!
Kamber, söylenenleri yapıp tekrar Şeyh'in odasına döndüğünde Şeyh, kapıyı kapatıp yanına gelmesini söyledi. Kamber, Şeyh'e yaklaştığında Şeyh oldukça sessiz konuşarak:
- Bu odada söylediklerim bu odada kalacak Kamber! Dışarıdan hiçkimse, Kaptan bile bunu bilmeyecek...
Darksiders: Wrath of War
14 yıl önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder