24 Haziran 2010 Perşembe

▼Beşinci Bölüm

Gece bütün ihtişamıyla yeryüzünü örtüyordu. Gökyüzünde yıldız cümbüşü vardı. O kadar açıktı ki sanki biraz yükseğe çıksa yıldızlara değecek gibiydi. Siar’ın aklından bunlar geçiyordu; konağın çatısında uzanmış gökyüzünü seyrederken. Yalnızlığı seviyordu. Bir de şu garip duygu olmasa… Hafiften esen rüzgarın uğultusu hariç tek ses yoktu. Ara sıra yapraklar hışırdıyor ve bazen aşağıdan geçen iki fedainin konuşmaları duyuluyordu. Bunlar dışında ortalık dingin bir sessizlik tarafından istilâ edilmişti. Sessizliği bozan Kamber’in bağırışları oldu:
- Buna daha fazla dayanamayacağım! Bütün yükü ben çekiyorum ve şimdi konaktan mı kovuluyorum! Hem de bir hiç uğruna! Yıllardır bu davaya hizmet ettim; karşılığını kovulmakla alıyorum öyle mi? Yazıklar olsun! Yazıklar olsun!
Siar, Kamber’i hiç böyle görmemişti. Konaktan kovulmakta neyin nesiydi? Neler oluyordu? Hemen aşağı indi ve atların yanına doğru hışımla ilerleyen Kamber’i gördü. Hızla yanına gitti. Kamber atını eyerlerken gözü Siar’a ilişti. Siar daha şaşkınlığını üzerinden atamadan Kamber’in cümlesiyle sarsıldı:
- Yıllarca hizmet ettim ama bir Kaptan denen adam konaktan kaçtı diye kovuluyorum! Ama ne biliyor musun? Şeyh bir katil! Bunu yıllarca içimde hazmetmeye çalıştım ama artık yeter. Bu kadarı fazla!
Siar şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı:
- Hayır, dedi. Şeyh bizim önderimiz ve çok iyi biri. Onun hakkında böyle konuşmana müsaade edemem!
- Ya ne yaparsın? Kılıcını alıp karşıma mı geçeceksin? Hele bir dene! Seni parçalara ayırırım! Bana babanın katilini mi savunuyorsun? Son cümle Siar’ı tam kalbinden vurdu: ‘Bana babanın katilini mi savunuyorsun?’
Kaptan söylediğinden pişman görünüyordu.:
- Allah benim cezamı versin! Bunu söylememeliydim. Ben böyle bir adam değilim. Bunu söylememeliydim!
Siar, Kamber’e alev alev yanan gözlerle baktı. Aynı anda iki eliyle Kamber’in yakasına yapıştı.
- Şimdi bana bak şerefsiz herif! Dedi. Bu gerçek mi? Bu söylediğin gerçek mi? Babamın ölmediği, Şeyh’in onu öldürdüğü gerçek mi? Bana gerçeği söyle, yoksa seni elinde bağırsaklarınla yolcu ederim!
Kamber korkusunu gizledi. Siar’ın gözlerine baktı:
- İnsanın hayatta çok kez yalan söyleme şansı olur ama çok az söyleme lüksü olur. İnan bana bu konuda sana yalan söylemiyorum. Sana yemin ederim! Dedi.
Siar, Kamber’in yakasını bıraktı.
- Şimdi buradan defol! Dedi.
Aynı anda Kamber, atına atlayıp konaktan ayrıldı. Siar’ın gözleri dolmuştu. Hüzünden değil, duyduğu öfkeden.
Konağın koridorlarında ilerlerken kılıcının kını boştu. Sağ eline aldığı kılıcıyla önüne gelen herkesi ya da her şeyi yok edecekmiş gibi görünüyordu. Şeyh’in odasının önüne geldiğinde durdu. Söyleyeceklerini düşünmüyordu. Bunu umursamıyordu. Sadece işin temiz ve kesin olarak bitmesi için kendini hazırlıyordu. ‘Sadece içeri gireceğim, tek bir soru soracağım ve işini bitireceğim!’ Aklından geçirdiği plan buydu. Kapıyı açmadı, kırdı. Şeyh’in odası boştu. Yatmaya gitmiş olmalı diye düşündü. Adımları Şeyh’in yattığı odaya doğru ilerlerken giderek hızlanıyordu. Kalbi daha hızlı çarpmaya başlamıştı. Bu kez kapıyı çaldı. İçeriden izin gelince girdi. Şeyh yatmaya hazırlanıyordu. Gözlerini Şeyh’in gözlerine dikti:
- Bir şey mi istedin evladım? Dedi Şeyh, en yumuşak ses tonuyla. Siar biraz daha bu sesi duyacak olursa merhamet edeceğinden korktu.
- Geceleri nasıl uyuyorsun? Diye sordu. Şeyh arkasından bir şeylerin geleceğini anladı. Cevap vermedi. Siar devam etti:
- Geceleri nasıl uyuyorsun alçak herif! Dedi. Babasını öldürdüğün bir çocuğu kullanıyorsun ve vicdanında zerre sızlama olmuyor öyle mi?
Şeyh sonun geldiğini anladı.
- Dur çocuğum. Dedi. İki rekat namaz kılayım sonra ne istersen konuşuruz.
Siar ne kadar çok zaman harcarsa bu ihtiyar adam o kadar acıyacağını ve intikamını alamayacağını düşünüyordu.
- Hayır! Dedi. Bir katilin inançlı olması da komik doğrusu. Söyle babamı sen mi öldürdün?
Bunları söylerken Şeyh’e iyice yaklaşmıştı. Şeyh gözlerini kapadı. Kendini öldürecek darbeye hazırdı. İçinden şehadet getirdi. Siar’a baktı. Söyleyeceği iki kelimeden sonra vuslata ereceğini düşündü. Düğününe hazırdı. Ölüm düğündü. Bundan emindi:
- Mecburdum çocuğum…
Gecenin derin sessizliğini odanın ahşap tabanına fışkıran kanın sesi bozdu. Kırmızı sıvı olabildiğince hızlı yayılıyordu. Birkaç gün geçse ceset kokmaya başlardı. Siar,
‘Güzel güllerin kokusunu çok arayacaklar.’ diye düşündü. Sessizce odadan çıkıp atına atladı ve arkasında pelerinini savurarak meçhûle sürdü.

Kamber konaktan uzaklaşmamıştı. Planının başarıya ulaşıp ulaşmadığını merak ediyordu. Konağın kapısından bir atlının dörtnala çıktığını görünce işin tamamlandığını anladı. Giden Siar’dı. Şeyh ölmüştü. Mükemmel bir plan kurmuştu. Önce kara kıyafetleriyle bir fedaiyi yollayarak Kaptan’ı peşine takmış, sonra Asaf’ı Kaptan’ın evine yollamış ve bu arada kendi yazdığı senaryoda Siar’ı katil yapmıştı. Ancak her şeyin yalan olduğu bir planda bir gerçek vardı. Siar’ın babasını Şeyh öldürmüştü ama bizzat değil. Şeyh sadece emri vermişti. Kılıcı tutan el başkasına aitti. Çok da uzak olmayan birine…

Siar, babasının öldürüldüğünü öğrenmişti. İntikamını da aldığını düşünüyordu üstelik. Ancak bu bir anda olacak bir şey değildi. Babasının ölümünün mutlaka bir sebebi olmalıydı. Öfke bazen en kilit noktaları gözden kaçırtıyordu. Şeyh’i öldürmeden önce sorması gereken soru buydu, ‘Neden?’. Bu soru onu çok daha karmaşık başka şeylere götürüyordu. Madem ki eski defterleri kapatıyordu; bütün hesapları bitirmeliydi. Annesinin ve babasının geçmişini arıyordu. Kendi geçmişini arıyordu. Kimlerden intikam alması gerekiyordu? Yüreğinden bir sıkışma hissetti. O garip duygu sürekli rahatsız ediyordu. ‘Gerçeği öğrenmeden asla geçmeyecek!’ diye düşündü.
- Ben de asla vazgeçmeyeceğim!
Bunu sesli söylemişti. Vücudu içindeki öfkeyi dışarı kusuyordu. Kılıcının kabzasını yakaladı. Kılıcını daha çok kere kullanması gerekecekti. Buna hazırdı. Gerçek için ölmeye değil belki ama öldürmeye hazırdı. Atını tekrar mahmuzladı ve karanlık geceye karışıp gözden kayboldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder